Özlem Üner
“Barış”
110×160 cm
Tuval Üzerine Yağlıboya, Diptik.
2016
Mektup
İçli Bir Söylem, “Kendinde Yer Edinmek”
Bir söylem, “Kadının toplumdaki yeri” . Yüzyıllardır toplumun yapısını oluşturan ögelerden hiç biri; ne çocuklar, ne erkekler, ne bir kurum topluma bu kadar sorun teşkil etmemiştir. Kadının yaşamı, bedeni, giyimi kuşamı, şekli şemali, doğduğu andan itibaren bir meseledir. Öyke ki, herkesin dahil olduğu bir korku cumhuriyeti kadının yaşamı üzerine kurulmuştur. Başına kötü bir şey gelmemeli, namusu lekelenmemelidir. Ailenin, yaşadığı çevrenin, hatta neredeyse tüm toplumun şerefi kadının namusuna bağlıdır. Kadın, adeta kendi bedeninde misafirdir. Çünkü öznelliği yoktur, o eşine ve çocukarına aittir. Bunun dışına çıktığında ise toplum düzeni bozulacaktır.
Günümüzde toplumun modern kesimlerinde bu yaklaşım çoktan eskimiş hatta yok olmuş gibi görünebilir, ancak yaşadığımız büyük coğrafyada hiç azımsanmayacak ölçüde hala kadına daie ayrımcılık, eril söylemin baskısı, namus cinayetleri, çocuk gelinler, başlık parası gibi gelenekler yaşanmakta ve kadınların hayatı ellerinden alınmaktadır.
Dünya tarihi boyunca toplumun kadına bakışı, erkeğin kadının üzerindeki hükmü, ona atfedilen roller, yüzyıllardır süre gelen ve bütün metinlerde doğrudan ya da dolaylı olarak işlenmiş bir öğretidir. Eski Ahit’e göre elmayı ilk yiyen Havva’dır. O bir günahkardır. Felsefe tarihinin en eski kadın imgesi, bilgelik, adalet ve ahlak gibi yüksek değerlerden yoksundur. Ortaçağ’da kadınlar cadıdır, şeytanidir, ayartıcıdır. Sanayi devrimi sonrasında kadın ve erkek rolleri eşitlenmeye başlamasına rağmen sistem erkeği daha çok dış dünyaya, para kazanmaya yöneltirken kadını eş ve annelik göreviyle ev yaşamına hapsetmiştir. Yaşamını ekonomik olarak erkeğe bağlı geçiren kadın iyi bir eş, anne ve ev kadını olmak zorundadır.
Toprak Ana Kibele’den sonra kadının erkeğin kontrolüne geçen yaşam öyküsü farklı aktarımlarla nesilden nesile sürdürülerek sarsılmaz bir temele oturtulmuştur. Sayısız örneklerden biri, Hint destanı Ramayana’da geçer. Yüzyıllarca sürdürülmüş olan bu geleneğe göre; bir erkeğin ölümünden sonra karısı namusunu kanıtlamak ve iffetsiz duruma düşmemek için kendini ateşe atarak yaşamına son vermesi gerekir. Bugün hala bu geleneği yerine getiren kadınlar bulunmaktadır.
Kadınların erkeğe tabi olarak toplumda ikinci sınıf vatandaş konumuna gelmesi ataerkil düzenin bir sonucudur, ancak erkeklerin kadına yaklaşımları kadar kadınların da hem cinslerine yaklaşımı erkekten farklı değildir. Kadınlar birbirlerine karşı erkeklerden daha yargılayıcıdırlar veya öteki kadın bir tehtiddir onun için, çünkü kadın hep biricik olmak ister ve bu biricikliği evlilikle sağlayacağına inanmıştır. Evlilik bir statüdür. İyi bir koca bulmuş olmak onu diğerlerinden üstün konuma getirir. İşte bu yüzdendir ki kadın, ne öz benliğini ne sosyal benliğini geliştirebilmektedir. Kadın ve erkek arasındaki eşit olmayan bu haksız ilişkinin temeli, esasında kadının, erkeğin arzu nesnesi olan bir bedene sahip olmasına dayanır. Çünkü arzu, bir anlamda sahip olmayı gerektirir. “Erkek sahip olmak, kadın ait olmak ister”. Bu söylemlerle oluşan sosyal yapıda kadın erkeğe ait bir eşya, ona itaat eden bir köle haline gelir ve aksi durumda herkes toplum düzeninin bozulacağına inandırılmıştır.
Günümüzde kadın erkek arasındaki eşitsizlik normatif bir yapıya bürünerek dönüşmüştür. Ancak ataerkil düzenin toplum üzerindeki etkisi hala yaygın bir şekilde sürmektedir. Kadınlar bir takım sosyal haklara sahip olmakla birlikte üzerlerindeki yaptırımlardan sıyrılamamakta, eril söylemlerin altında ezilmektedir. Kadın ve erkek arasındaki bu adaletsiz ilişkinin değiştirilmesi bir insanlık borcu olarak hem kadına hem erkeğe düşmektedir. Bu noktada öncelikle kadının kendi bedenine ve yaşamına sahip çıkmasyı öğrenmesi için kendini sorgulayarak yaşam dinamiklerini keşfetmesi ve benliğine sahip çıkması esas meseledir. Çünkü; yaşam, kadın ve erkeğe eşit olarak sunulmuştur. İki cins, doğada birbirini tamamlayarak bütünsel enerjiyi ve bağlantısallığı temsil eden en belirgin yapıdır. Kadınlar ve erkekler unutmamalıdır ki, bizler öncelikle fizik ve kimyadan oluşan maddesel bir yapıyız. Bunu öncelikle kadınlar idrak etmek zorundadır; kadının bedeni yaşam üretebilen bir enerji dinamosu gibi çalışır. Kadın doğanın ta kendisidir. Bu anlamda sahip olduğu bedenini tanımak ve onun gücünün bilincine varmak zorundadır. Ancak bu sayede hem kendini hem erkeği dönüştürebilir. Erkeğe yaslanmaktan vaz geçtiğinde, tabularını yıktığında, toplumun eril söylemlerinden, iftiralarından, karalamalarından korkmadığında, aksine kendi yaratıcı gücüne inandiğinda ve cesur olduğunda bireyselliğini kazanacaktır. Böyle olduğunda erkekler de kadının yaşam gücünü görecek ve saygı duyacak, onu hegemonyasına almak yerine yaşamı paylaşmak isteyecektir.
Toplumların ilerlemesi için kadının eğitiminden söz edilip durulur, ancak en önemli eğitim kadının kendi benliğini geliştirmesi ve ona sahip çıkmasıdır. İnsanın gelişimi ise ancak cinsiyet ayrımı ortadan kalktığında mümkün olacaktır. Bu bağlamda söylem, “kadının toplumdaki yeri” değil, “kadının kendindeki yeri” olmalıdır.
Özlem ÜNER, 2021
Özlem Üner
Özgeçmiş
ÖZLEM ÜNER, İstanbul
Eğitim
1987-1991 Marmara Üniveristesi, AEF , Resim Bölümü
1992-1995 Mimar Sinan Üniversitesi,GSF Resim Blm.Yüksek Lisans
2009-2012 Mimar Sinan Üniversitesi, GSF Resim Blm. Sanatta Yeterlik
2010-2014 Sanat Psikoterapisi ve Rehabilitasyon Programı İ.Ü Tıp Fak. Psikiyatri Ana Bilim Dalı
2014 Yılında Doçent oldu. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi,GSF, Resim Bölümü’nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktadır.
Kişisel Sergiler
2019 “İÇ-Ten”, İşlik Galeri, İstanbul.
2013 “Look at Me”, Turkischer Verein Kunsthalle, Switzerland
2012 “Ayrıkotu“,Artist Galeri, Çukurcuma
2006 Artist Galeri, Çukurcuma
2005 “Gelin”, Lutfi Kirdar Sergi Sarayı,
2003 İSO(İstanbul Sanayi Odası) Sanat Galerisi, Odakule
2002 Halkbank Sanat Galerisi, Ankara
1999 “Maskeler“, Atatürk Kitaplığı Sanat Galerisi “Maskeler”, Taksim
1995 Ektaş Sanat Galerisi, Şişli
Yurtiçi ve yurtdışında bir çok karma sergide yer almış ve workshoplara katılmıştır. Resim çalışmalarına İstanbul Cihangir’deki atölyesinde devam etmektedir.