Meriç Hızal

 

 

 

 

 

“Al Yazma Anıtı”
5,30×10×10  m.
Paslanmaz Çelik
Antalya/Muratpaşa
2012

    I   

 

Mektup

 

“KADINLAR HER SABAH DAHA RAHAT NEFES ALABİLDİKLERİ VE KENDİLERİNİ DAHA İYİ VE DAHA ÖZGÜR İFADE EDEBİLECEKLERİ BİR DÜNYAYA NASIL UYANABİLİRLER?”
Sanat amaçtır araç değil. Ancak bağımsızlıkla sorumluluk arasında bir denge oluştuğunda araç olarak insan yaşamına önemli katkılar sunabilir. O zaman sansürden vazgeçebiliriz.
Şiddetin görselleştiği bir heykeli kamuya sunmak benim için böyle bir tercih oldu. O sıralarda beni rahatsız eden kadın ve çocuk sorununu ele aldığım Güldünya, Güldünya’nın Rüyası adlı heykeller yapıyordum.
Antalya, Muratpaşa Belediyesi’nin şimdi adı Al Yazma Parkı olan eski Palmiye Parkı’na 2012 yılında konan Anıt da bunlardan biri. Yarışmayı açan Antalya Kent Konseyi, destekleyen ise maddi manevi katkılarıyla Belediye, sanatseverler, sanatçılar ve sosyal sorumluluk sahibi Antalya halkıydı. Malzeme: Paslanmaz Çelik Boyut: 5.30x10x10m.
‘Namus ve Töre Cinayeti Mağduru Kadınlar’ adına yapılacak bir Anıt için açılmıştı yarışma.
Simgesel bir biçim olarak, sağlam bir yapıda duran açık, kadının; sıcak-kucaklayıcı-anne kimliğine analoji yapan piramidal bir form seçtim. Yerden kopan, uçmak üzere, bireyin-başın terk edilmiş boş, sahipsiz kalmış yazması, aynı zamanda yöresel ve kültürel bir simge. Al renk ise yaşam iştahının, iç kıpırtısının ama aynı zamanda kanın, öldürülmenin simgesi. Bu yüzden adı AL YAZMA ANITI .
Yazı insanın bedeninin, kültürünün izidir. Ünlü “Verba volant, scripta manent” yani “Söz uçar, yazı kalır.” deyişi bunu gösteriyor. Kültürel kaynaklarımızda düşünceyi görselleştiren yazının, bulunduğu alanda bizzat kendisinin plâstik bir elemana dönüştüğünü, tarihe ve maddeye iz düşürdüğünü, zamanı belgelediğini görürüz.
Olur-olmaz nedenlerle öldürülen o kadınların adlarını Anıtın üzerine yazmalıyım diye düşündüm. Bu Dünyanın pek çok yerinde de toplumsal yaraya dönmüş konu için, heykelin üzerine daha fazla ipucu koymak anlamına geliyor aynı zamanda.. Bunun için basını taradım ve o tarihe kadar medyaya yansımış sadece 427 kadın öldürme olayına rastlayabildim. Dantelleşen yazma formunun üzerine ad ve soyadları ile kentlerinin adlarını yazdım. Tepeden bakmayan, yaşama müdahale etmeyen, dokunulabilen, zor olsa da “okunabilen ” bir alan yaratmak istedim.
Bu isimlerin bıraktığı boşluklardan gündüz giren ışık, Anıtın içindeki izleyici için o kadınların yaşam hayallerini simgelesin istedim. Ancak yerdeki siyah, sanal olarak derin zemine düşen kırmızımsı ad ve soyadların üzerine basan izleyicide tedirginlik yaratmasını bekledim. Hele ad ve soy adlar izleyicinin üstüne düşünce bir tür empati olur mu acaba. Belki harf açıklıklarından geçen rüzgâr adlarını fısıldar, yağmur yağdığında gözyaşı olup o boşluklardan içeri süzülür. Anıt geceleri içeriden aydınlatılacağı için adları gökyüzüne uzanır bize kendilerini hatırlatırlar.
Ölmekle ölümsüzleşmek, yok olmakla kalıcılaşmak, dantelsi zerafetle anıtsal sağlamlık arasında diyalektik bir tedirginlik hem çağırsın izleyiciyi hem dayanamasın izleyici dışarı atsın kendini. Bu büyük, derin toplumsal acı ile biçim arasında metaforik bir ilişki kurulsun.
Yani bir farkındalık yaratmak, duyarlılığı, sezgiyi artırmak umuduyla tasarlandı tüm bunlar. Zihinlerimiz çözüm için harekete geçsin diye. Kaygı ve korkulardan kurtulalım diye.
Sekiz yıldır dersini bu anıtın içinde yapan öğretim üyeleri, 8 Mart gösterileri ve aldığım geri dönüşler tasarladıklarımın yerini bulduğunu gösteriyor.
Ne yapmalıyız kararını vermek için öncelikle hatalarımızla yüzleşmeli ve neler yapıldı ona bakmalıyız.
Konunun hem sosyolojik, hem ekonomik hem de fiziki çok yönlü olduğunu biliyoruz. Şurası muhakkak ki Dünyada barış olmadan, eşitlik olmadan, ‘öteki’ addedilene, zayıf olana, kadına, çocuğa bakış açısı değişemez.
Öncelikle bu sorunun politik ve sosyolojik olarak çözülmesi gerekir.
İstatistikler, suç oranlarının eğitimle ters orantılı olduğunu, kadına karşı işlenen suçların, yuva ve anaokullarına gidenlerde daha az, istismara uğrayan çocuklarda %30, uğramayanlarda ise %2-%4 olduğunu gösteriyorsa buradan başlamalı.
UQAM(1)eğitimcisi araştırmacı Prof. Sonia Fournier ‘Papa, raconte-moi le génocide avec les enfants du Rwanda et d’ailleurs’ ‘Baba, bana Ruvanda ve dışındaki çocukların soykırımını anlat’ adlı kitabına, Ruvanda’da Tuareg’li bir rehberin şu sözüyle giriş yapıyor. “Savaş insanın ruhunda doğuştan var ama onunla çocuklukta savaşılmalı.” Ve sanatın çocuk eğitiminde olağanüstü pedagojik bir araç olduğunu söylüyor. (2) Çünkü şiddet öğrenilen bir şeydir.
Sanatı kamusal mekâna, alana yaymak, kendiliğinden, dolaysız paylaşımını sağlamak da çözümlerden biridir, kente-kentliye kolektif-duyusal-kültürel bir katkı sağlar.
Ancak asıl mesele kadının yaşamda, sanatta sade tüketen değil üreten olarak var olmasıdır. Buda öğretimle, eğitimle, öncelikle ekonomik bağımsızlığını kazanmasını sağlayarak olur. Hiçbir mücadele terlemeden kazanılamaz. Eyer kadının, kaybolduğu söylenen bir tanımı varsa o tanımı koyacak en güçlü kişi gene kendisidir. Çünkü kimse onu ondan iyi tanıyamaz, anne veya eş olmak dışındaki meziyetlerini bilemez. Bunun için güzel olmaya da gereksinimi yoktur. Tarih bu anlamda pek çok güçlü kadınla doludur.
Zorlu bir yolculuk onun hak arayışı. Tarihöncesi idollerden sonra adı Haçepsut olduğunda firavun olarak kabul edilmek için sakal takmak zorunda kalmıştı. Eşi III.Hattuşilli’nin vekil bırakması için M.Ö. 1300leri bekledi Puduhepa. Antik Yunan’da tanrılar arasına ismi konduysa da sivil olduğunda oy hakkı yoktu. Tek tanrılı dinlerde ancak azize olarak görünebildi. Orta Çağda Avrupa’da geniş arazilere hükmetmek için eşlerin savaşa gitmesi gerekti. Ancak, 1910 yılında Kopenhag’da toplanan İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında, Clara Zetkin güçlü bir adımı atarak, 8 Martta 1857 yılında ABD de yanan N.Y.Cotton Tekstil Fabrikasının 129 grevci kadın dokuma işçisini anmak için “Dünya Kadınlar Günü” olmasını önerdi. Peş peşe gelen iki Dünya savaşı, sanayileşme de kadını daha özerk, güçlü kıldı, rahat giysilere kavuşturdu. Bu arada Türkiye’nin öncülerden olduğu kadının oy verme, eşit miras hakkı yasalaştı. Rosa Parks 1955 yılında otobüste bir beyaza yer vermeyerek başka bir eşitliğin ilk adımını attı.
Sanatçılar boş durur mu artık kimse sanatta sadece imge olmak ya da Rodin’in gölgesinde Camile Claudel olmak istemiyordu.
1971 yılında Linda Nochlin “Neden hiç büyük kadın sanatçı yok ?” diye soruverdi. Guerilla Girls, posterlerinde İngres’in Odalık tablosuna ına goril başlığı geçirip “Kadınlar Metropoliten Müzesine girebilmek için soyunmak zorunda mı? yazıverdiler. Adem’le eşit olduğunu söyleyip cennetten kovulan Lilit’in kızları eyleme başlamıştı bir kere.
Cindy Sherman “İsimsiz Film Kareleri’ yapıtında zihinlerdeki Kadın Stereotiplerini, Miriam Schapiro Famajları ile zanaat-sanat ölçütlerini, Orlan yaptırttığı estetik operasyonlarla erkek beğenisine göre şekillenen normları sorguladı.
Şu görünüyor ki sanat uyarıcı, düşündürücü, farklılığa olanak tanıyan, sorgulayan, özgürlüğün-biricikliğin alanıdır. Uyarır, sarsar, bilinci harekete geçirir, değişimi cesaretlendirir. Kadınların, büyük bir özgüvenle, öncelikle sanatı da koruyarak, yaşamını istediği gibi kurgulamak için tüm gücün kendinde olduğuna inanması gerekir. İnsan haklarını, eşitliği savunması, her türlü ayrımcılığa karşı olması gerekir. Kimsenin cinsiyetinden, rengi, inancı, fiziği, ekonomisi gibi maddi farklılığından utanmayacağı, korkmayacağı bir düzenin, ortamın varlığının tüm insanlar için sağlanabileceğine inanması gerekir.
“Sadece erkek değildir kadını ezen. Kadın kendi hayatından sorumlu olmaktan vazgeçerek kendi kendini de eziyor” diyen Simon de Beauvoir’ı haklı çıkarmamak için.

Meriç HIZAL

 

 

Meriç Hızal
Özgeçmiş

 

Meriç Hızal,

-1943 Yılında İstanbul’da doğdu.
-1971-72 yıllarında Ankara’da Eşref Üren’den desen dersleri aldı. 1973-1979 yıllarında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’nde Prof. Şadi Çalık ve Prof. Hüseyin Gezer atölyelerinde öğrenim gördü ve 1979 yılında mezun oldu.
-1977 yılında Avusturya-Salzburg Internationale Sommeracademie Für Bildende Kunst’da İtalyan heykeltıraş Françesco Somaini ile heykel, 1982 yılında Paris Ecole Nationale Supérieur Des Beaux-Arts’da François Debord ile Morfoloji, Etienne Martin ile bağımsız heykel çalışması yürüttü, 1992 yılında İtalya-Como Corso Superiore Di Disegno’da Marcus Lupertz, Gerar Titüs Carmel ve Giuliano Collina ile desen çalıştı ve mezun oldu.
-Paris-Maison Mansard ve Selanik-Teloglion galerileri olmak üzere ikisi yurt dışında, URART, C.A.M. MİNE Sanat, AK SANAT, ve İŞ Bankası Kibele Sanat Galerisinde Retrospektif olmak üzere diğerleri Yurt içinde l8 kişisel sergi açtı.
-I. İstanbul Uluslararası Çağdaş Sanatlar Sergileri, Novi Sad “Balkan Sanatları” 1.Uluslararası Çağdaş Sanat Bienali ve 1. İzmir Sanat Bienalleri’ne katıldı.
-Yurt dışında Almanya-Kassel, Güney Kore-Seul, Japonya, A.B.D. Fransa-Paris gibi kentlerde ve Türkiye’de de İstanbul Modern, Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, MKM Türk Modernizminden Seçkiler gibi karma sergilere katıldı.
-46. Devlet Resim-Heykel, Eczacıbaşı 50. yıl Anıtsal Yapıt Yarışması, Sedat Simavi Görsel sanatlar, Açık Alanlara Çağdaş Sanat Yapıtları Yerleştirme Etkinliği Çağdaş Heykel Yarışması, ve Ankara Sanat Kurumu Heykel Dalında Yılın Sanatçısı “Sabah Yıldızı Kültür Sanat Görsel Sanatlar ‘Yaşam Boyu Başarı’ Ödülü”, İstanbul Sanat Magazin “2019 Emeğe Saygı Ödülü”,UPSD a+A Dünya Sanat Günü “2019 Sanatçı Onur Ödülü” gibi 26 Ödül aldı.
-Polonya Lotz, İstanbul Modern, BAKSI, İstanbul ve Ankara Resim-Heykel Müzeleri, Benetton İmago Mundi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi, İMOGA, Kocaeli, Erzurum, Hacettepe, Trakya Üniversiteleri Müzelerinde ve Özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır.
-Eski Yugoslavya, Fransa, İsrail, Lübnan, Japonya, Yunanistan gibi 9’u yurt dışı 18 Uluslar arası Uygulamalı Heykel Sempozyumuna katıldı ve açık alan heykelleri üretti.
-Kamu alanları için; Beşiktaş-Yıldız-Abbasağa Parkı üstü “Herkese Barış Heykeli”, Antalya-Muratpaşa Belediyesi Palmiye Parkı “Al Yazma Anıtı” , İstanbul Moda’da “Kadıköy’de Zaman”, İl Özel İdaresi girişinde “İstanbul”, Sabancı Kültür Merkezi Ata Anı Duvarı, IŞIK Üniversitesi Onur Yasası heykeli gibi yapıtlar gerçekleştirdi.
-2006 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü’nden emekli oldu. Halen FMV Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel Sanatlar Bölümünde eğitim görevine devam etmektedir.

 

 

%d blogcu bunu beğendi: