ANLAMIN ÖRGÜTLENMESİ: DİL KARMAŞASI
Yaşadığımız nesnel dünyayı tanımlama sürecimiz duyumsama ile başlar, algı boyutuna taşınması, deneyimlerimiz, ön kabullerimiz ile şekillenir, bir yargıya dönüşür ve sonunda dil/söz ile karşılık bulur. Dil bizi duyusal dünyanın dışına taşımış olur. Sözcüklerle tanımladığımız görülen nesneler ile bu sözcükler arasında her zaman bir fark vardır. Sözcük maddeden daha güvenilir hale gelir.
Dil örgütlediği anlamlarla sanatın deneysel var oluşunun önündedir. Kelimeler tek başlarına bize hayal kurma şansı verirken kelimelerin oluşturduğu örüntüler, bizi düş dünyasının dışına çıkarırlar. Kelimeler gölgelerdir. Gölge varlığını borçlu olduğu nesneden daha çok yaratıcılığı tetikler.
Sanatçı kültür ve doğa arasındaki ara bölgede yaşar. Kültürden türetilmiş dil ve doğadan oluşturduğu izlenimlerini hayal gücü yardımıyla yeni imgelerin oluşumunu sağlar. Ancak dil mevcut durumları tarif ederken ara durumları tarif edemez, hayal gücünden yoksun belirlenmiş, katılaştırılmış maddeleri verir. Maddeleri tanımlayan sözcükler maddenin içeriğini tek düzeleştirirken, iş soyut kavramlara geldiğinde de sözün içeriği dil bilimsel olarak mümkün olduğunca sınırlandırılmış olsa da bireysel anlamda soyutun/sözün sınırları belirsiz kalır.
Bugün yaşanılan süreci tarif etmeye çalışırken oluşan kaosun sorumlusu dilin esnek, bükülebilir soyut kavram karşılıkları aynı zamanda nesnelliği tanımlarken katı ve düz anlamlar oluşturmasıdır. Bu manifestoda dilsel ifadede karşılığını anlamlar dünyasında kurarak mesaj iletiliyor. Oysa, dilin malzemesi olan kelimeler anlamsal örüntü oluşturacak şekilde değil de rastlantıyla yan yana gelirlerse okunurken bildik ortak anlamdan ziyade örüntüyü oluşturan kelimelerin anlamlarına dikkat yönelir. Bu yan yana gelme durumu düş dünyamızı da harekete geçirir ve yeni anlamlar ve kişisel örüntüler kurmamızı sağlarlar. Bu duyusal izlenimlerimizde nesnelerin görünürlüklerinin azaltılmış halleriyle hayal gücümüzün sonsuz olanaklarını devreye sokmamız gibidir. Algı ve düşünce sınırlarımız zorlanır. Alışık olduğumuz anlamlar kaybolur ve yeni anlamlar üretmeye başlarız. Yaratıcılığımız tetikler. Düz yazımla oluşturulmuş bir manifestonun aynı kelimelerle yeniden bir bütün oluşturması var olan alışkanlıklarımız, akılla kavradığımız anlamlar dünyasını sarsar. Yeniden üretilebilirlik kapılarını açarak var olan kalıplara meydan okur.