Yeni Dünya’m

Her şeyi Tanrı’ya dönük yaşamaktan bahsediyorum… Tanrı; bizim minik ilişkilerimizin de arasında gizli olan… Biricikliğimizde değil! Sonra boğulmaya başlamak geliyor çünkü… Korku denizine atlamak. Sevecen bir anne gülüşü olmadan var olmak. Boğuluyorum! Karabasanlar üstümde… Çay içmeyi her zamanki kadar çok seviyorum. Ama; bizim ailede insanın düşebileceği en bedbaht durum, çay içecek kimsenin olmamasıdır. Sözüm ona kardeşim çay sevmez. Boğuluyorum. Bilmediğim bir şehir, bilmediğim sokaklar. Her yanı gözünü dikmiş üstüme. Anksiyeteyi de ilk kez deneyimliyorum böylece… Köpekler. Gözler. Komşular. Teknolojik cihazlar. Mezhepler. Kapı tıkırtısı. Arkamdan biri aniden kolumdan yakaladı mı? Güneş battı mı bu şehirde? Sabah oldu mu? Koş çabuk yine uyanamadın. Uykunun kollarına teslim olası geliyor insanın. Boğuluyorum. Sanat beni kurtarmak zorunda… Kirchner’i kurtaramamış ama beni kurtarmak zorunda… Ama anksiyetem başladığından beri hiçbir şeye güvenemediğimden, sanata da güvenemiyorum. Kafamda bir Tanrı’yla bir de sanatla boğuşup duruyorum. İkisi de kurtarıcım. Ama nefes alamamaya devam ediyorum. Bo-ğu-lu-yo-rum.

Yeni Dünya, evet, aslında yeni olmayan ama bizim henüz fark ettiğimiz… Şimdi ise anlamsız geliyor. Yeni Dünya bir virüs değil. Yeni Dünya benim göremediğim her şey. Aslında virüsün görmemi sağladığı şey… Boğuluyorum! Sonra fark ediyorum. Bizimkilerin çay içmeye birine ihtiyaç duyması, karşıdakinin de çay içmesini zorunlu kılmıyormuş. Mesele masada karşında birinin oturmasıymış. Bizim kardeş de masa da oturmayı sevmez. Nedir bu? 80 santimlik mesafe içinde bir mekâna ihtiyacımız? Ama ben çay içerken yine de orada otursunlar istiyorum. Şimdi boğulmuyorum. Sonra virüs var. Unutup, unutup yeniden hatırlıyorum sürekli… Koronavirüs var…yok… var. Var. Korkulacak bir şey değil de masanın karşısına şimdilik kimse oturmamalı. Zor şey bu yaşamak da bu kadar korkunun arasında… Ama korkmuyorum. Velinimetimiz internette aratıyorum: Covid-19. Bilimsel makaleler, vakalar, ölümler… Protein haritaları… Bunlar tam benlik. Psiko-coğrafya. Bilmediğim bir boyutta var olan mekanların haritaları. Zaten neyi biliyoruz ki? Korku bu bilmemek duygusundan doğuyor, kesin! Ama pek güzeller. Korkmuyorum. Boğulmuyorum. İnsanlar gerçekten boğulurken ayıp kalıyor benim boğulmalarım. Toplumun ahlakı ne muhkem bir şey, insanı canlandırıyor. Tanrı’ya yeniden biraz küsüp, sanatın bu versiyonuna alıştığım Yeni Dünya! Boğulmuyorum. Sanat her zaman bizi ayakta tutan. Sanat, öteki. Sanat, masanın karşısında ki! Ve şimdi bile metrelik mesafenin içinde oturmaya hakkı olan tek şey.

 

Şubat 2020-Aralık 2020

Hatice TOK

Hatice Tok
“Psiko-Coğrafya”
2020
80 cm x 100 cm
Pleksiglas üzerine folyo baskı ve guaj boya.

%d blogcu bunu beğendi: