… →
Okul öncesi yıllarımdı, kâğıt üzerine bir nokta, çizgi… Ve doğaya ait bir nesnenin yüzeyde vücut bulması; bir evin, kuru bir ağacın, karlı dağların, bu dağlardan gelerek insanı ve doğayı besleyen bir ırmağın…
Belki de bu kuru ağaç üzerinden, bacası tüten evin içinden geleceğimi kuruyordum.
İlkokul yıllarımda çizgilerim sınıf sınıf gezdirilirdi; annem, mimar babam ressam olacaksın diyerek… Bu durum bir yandan hayatıma yön çizerken, öte yandan geleceğime bir ipotek miydi? Akademiye başlamadan kısa bir süre öncesi İnşaat bölümünde lisans tamamlama düşüncesi vardı ama… Bir de akademiye uzanan aklım ve duygularım.
Gelecek hep bir umuttu onlarda. Annem ve babamda…
Beni çizgiyle ve boyayla bir nesneye, bir düşünceye ulaşmayı, onu yeniden oluşturmayı, keşfetmek fikriyle buluşturdukları ve tanıştırdıkları ilk günlerden bugüne onlar da hiç eksik olmayan ve yaşamlarını, duygularını, düşüncelerini, ideallerini saran bir Gökkuşağı vardı.
Gökkuşağı umuttu, idealdi, gelecekti. Belki de ebediyetti…
Ben de kendi gökkuşağımı arıyorum, ya da arıyordum.
Duygularımdan, düşüncelerimden hayatı ve olayları okumamdan müteşekkil bir gökkuşağı…Önce bir atmosfer oluşmalıydı tabii ki.
Sonra yağmur ve güneş ışıkları derken gökkuşağı…
Geleceğe uzanan, hayallerimi, umutlarımı kuşatan bir gökkuşağı…
Performanslarımı, yerleştirmelerimi de…
Çizgilerimi anlamlandıran, bana yeni hayaller kurduran bir gökkuşağı olmalı.
Ailemi, eşimi, kızımı…
Annemi, babamı, kardeşlerimi,
Büyüklerimi,
Dostlarımı, arkadaşlarımı,
Öğrencilerimi,
Beni geleceğe hazırlayan hocalarımı da saran…
İnsan kendi aklıyla, kalbiyle, duygularıyla ve davranış biçimleriyle kendi evrenin şeklini oluşturur.
Ya aleyhte,
Ya da lehte…
Akıl ve duygu doğru kullanılmazsa geçmişin hayallerini,umutlarını geleceğin korkularına, endişelerine dönüştüren işkence aletine döner diyordu bir düşünce adamı.
Dün bizim elimizden çıktı gitti.
Yarına ise sahip değiliz.
Öyle ise gerçek bu gündür, hatta o anlardır diyebiliriz.
Her anı gerçek bir ömür bilmek, herkese yeni bir evrenin, kendi dünyasının, âleminin kapısı olarak algılamak, bir sonraki adımımızı, geleceğimizi içinde barındıran bir yaşam dileğiyle o anı yaşamak gerekmez mi?
Kendi evrenimiz bizim duygu, düşünce ve yaşam biçimimize göre vücut bulur, bir dil kazanır elbette…
Sahip olduğumuz algı ve davranış biçimlerimiz hangi renk veya çizgi ise yaşamımız ona göre şekillenir.
Siyah ise siyahtır.
Kırmızı ise kırmızıdır.
Geçmiş ve gelecek zaman, ancak insanın aydınlanması ile ışıklanır ve hayat bulur.
Bugünlerde ise umutla birlikte umutsuzluğun, yaşama sevinciyle beraber endişenin, korkunun, ölümsüzlük arzusunun ya da sonsuzluk arayışının yanı sıra yok oluşun verdiği bir ruh hali sarmış her şeyi adeta.
Kendimin, eşimin, kızımın, annemin, babamın, yakınlarımın, dostlarımın, öğrencilerimin umut arayışını korkudan, endişeden, karamsarlıktan, aydınlığa; şiddetin ve karanlığın zulmetinden, baharın uyanışına çevirmek…Herkesin kendi gökkuşağını – umudunu oluşturmak adına…
Umuda, umutlarımıza vücut vermek…
Her türlü yok edici virüse karşı…
İster covid-19…
İster şiddet ve terör
İster umutsuzluk
İster felaketler olsun.
Ama her türlü yok oluşa ve yok edilişe karşı
Umut.
Umut adına.
Bir çizgi, bir renk, bir biçim, bir ses…
Ya da bir çığlık …