Kayıp İkonalar, Kaybolan Kentler, Kapalı Yapıtlar

Kentler, bir zamanların idolleriyle doldu artık. Kiremit çatılı üç, bilemedin beş katlı apartmanlar yerlerini onlarca katlı gökdelenlere bıraktı. Üç beş birikimle, diş tırnak artıklarıyla dikilen apartmanlar insanlığın yeni mabetleri olarak bu kocaman yapıların altında, birer tevazu abidesi olarak direniyorlar hala. İnsan için, insana göre yapıldığı iddia edilen, sonsuzluğa işaret eden bu beton yığınlarının iletişimsizliğe hizmet ettiği uzun süredir tartışılmasına karşın, önüne geçilemeyen bir sahip olma güdüsünü içimizde büyütüyoruz hepimiz. Kapalı devre bir yaşamdan başka bir şey vadetmeyen bu yeni kent olgusunun, çevrim içi bir yaşamı hazırladığının farkında olamadık hiçbirimiz.

Bu yapılar içinde yaratılan hücrelerde yaşamak zorunda bırakılan, yüksek güvenlik paranoyasıyla göz göze gelmekten korkan, yaşadığı ortamdan çıkmadan işini ve alışverişini yapmayı ayrıcalık gören bu yeni nesil kent insanını kendi dünyasına hapsetmek hiç zor olmadı. Dijital dünyayı gerçek sanan, ancak tükettiği markalarla iletişim kurabilen, sanal arkadaşlıklar kurup sokakta bu arkadaşlarını tanımayan, selamlamayan bu yeni kuşak artık tek başına bırakılabilir, kolaylıkla ayrıştırılabilirdi.

Kendi benliğinden bile ayrı düşürülmüş yığınların gerçek yalnızlıkla yüzleştirilmeleri, artık kırıntısı kalmış eski alışkanlıkları da yok edip yeni bir düzenin, yeni bir yaşam biçiminin perdesini açtı hepimize: Online/çevrim içi, yani uzaktan hayat. Artık kimse kimseyi gerçekten göremeyecek, gerçekten sohbet edemeyecek, gerçekten sarılamayacaktı. Hatta birbiriyle tokalaşamayacaktı bile. Şimdi herkes gerçek “birey” olmuştu, kendi başına, kendi halinde geçek “birey”. Artık yeni bir “post”a dair cümleler kurulabilir, yeni “mühendislik” alanları geliştirilebilirdi. İşte tam burada yeni “sanat”tan da söz açmak yeni düzenin sağladığı avantajlardan biriydi.

Post-covid dönemde sanat, ayrıştırılan bireylerin sanal mekanlarda paylaşıma açtığı, kayıp salonlarda dolaşıma soktuğu yapıtlardan oluşuyor artık. Sanatçı, sanat yapıtı ve izleyici üçlemesinin bir ayağı eksilerek, denge bozuldu. Sanatçı ve sanat yapıtı, izleyiciden ve mekândan uzak, kendi başlarına var olmak durumunda bu yeni dönemde. Kent yaşamı gibi kültürel yaşamın sanat merkezleri de kapandı. Sanat, ancak sanal alemlerin ara yüzlerinde izlenebilir oldu. Bir var olma mücadelesi ve paranoyasının hâkim olduğu post-covid dönem, sanatta da paylaşmaya dair ne varsa alıp götürdü. Görkemli gökdelenlerin boş idollere dönüştüğü bu yeni dönem, sanatın sacayağını yıkarak, bağlamından kopuk “kapalı yapıt” kavramına gebe bir durum yarattı. İzleyici yapıtla buluşamıyorsa “açık yapıt” da var olamazdı bu saatten sonra. Tarih yazar gibi günümüzü yaşadığımız bu dönemde sanatın ne olacağı da çok açık: Kentler gibi, sokaklar gibi, parklar gibi sanat da kapatıyor kendini.

M. Reşat Başar

M. Reşat Başar
“Kent İkonası”
70 cm x 100 cm
Tuval üzerine akrilik.

%d blogcu bunu beğendi: